BİTLİS VİLAYETİ

HAYATTA KALAN HOVHANNES ABRAHAMYAN’IN, MUŞ VE SASUN ÖZ SAVUNMASI VE GÖÇÜYLE İLGİLİ TANIKLIĞI

1 Mart 1917, Tiflis

Sasunluların durumu [hakkında) rapor:

Savaş başlayınca Türk hükümeti vakit kaybetmeden Ermenileri as­kere aldı. 1914’te, Müdür Talf Efendi, asker toplaması için (48), bir grup askerle birlikte bize yollandı, fakat biz zaman kazanarak genel toplantı yaptık ve asker vermeme kararı aldık. Çünkü Kürt aşietlerinden asker almıyor, bizim gençlerimizi ise bizden uzaklaştırıp, on kişiden birinin dahi eve dönmediği savaş alanına yolluyordu. Üstelik kendisi de bizimle iyi ilişki içinde olmadığından, aşiretlere veya kendi ordusuna, kalan halkı kırma emri verebilirdi.

Belirtilen müdür askerleriyle birlikte ikinci defa Sasun’a geldi. Bu sefer Muş mutasarrıf paşanm emriyle, dinî önderimizin yardımcısı Var­dan Vardapet (49) de onunla birlikte geldi ve tekrar asker istediler. Toplantı başkanımız Manuk Şaroyan, onlara hiç asker vermeyiz, dedi. “Komşu Kürt aşiretlerinden asker alınırsa, aynı anda biz de vermeyi kabul ederiz, yoksa vermeyiz” dedi onlara. “İkimiz de bu devletin vatandaşıyız, on­lardan asker almamanız, bizden ise zorla talep etmenizin nedeni nedir?” Döndüler. Aynı yılın Aralık ayında, Müdür tekrar geldi, çatışan birliklere yiyecek götürecek adamlar talep etti bizden. Kimseyi vermedik ve dön­düler. 1915 Ocak ayında yanında epeyi askerle aynı müdür, cebren adam yakalayıp götürmek için köy köy dolaşmaya başladı. Önce Şenik köyüne gitti. Bizim Ermeniler Semai, Galeguzan ve diğer köylerdeki ileri gelen­lere, zorbalık düşünüyorlar, ne yapalım, diye haber verdiler. Aynı anda, Galeguzan muhtarı Kirakos arkadaşlarıyla Şenik’e, müdüre başvurmaya gittik ve ona nihai olarak, size verecek adamımız yok, boşuna kayıp ver­mek istemiyoruz, dedi. O zaman baktı ki zorbalıkla iş yapamayacak, ses çıkarmadan bırakıp gitti.

Bu şekilde kış geçti ve bahar geldi. Türk hükümetinin, tüm devlet­lerin savaşta olmasından faydalanarak, bizi kırmak için eline fırsat ve imkân geçmiş olduğunu anlamıştık. Ekine başlamakla birlikte, EDF (Er­meni Devrimci Federasyonu -Taşnaktsutyun) vasıtasıyla silah ve destek kuvvetler elde etmeyi bekliyorduk, hiç değilse intikamımızı alıp gerçek erkek gibi ölmek için.

Çatışmalar öncelikle Kop ve Karmav köylerinde başladı. Doğudaki Kürt aşiretleri ve Balaglılar, Bıdırlılar, Usuf’un evindekiler vs. 2.500 ki­şiden fazla silahlı Kürt birleşti ve belirtilen köyleri yağmalamak ve öldür­mek için saldırdı. Ermeniler, onların geldiğini ama kendi sayılarının onlara karşı durup çarpışmak için yeterli olmadığını görerek, gece vakti, batıda­ki Ermenilere haber verip yardım istediler. Aynı gece, şafağa üç saat kala, belirtilen Kürtler belirtilen köylere saldırdı. Lâkin şanstan, Geğaşen köyü yakınlarında bulunan bir grup EDF’den askeri, bazı yerel silahlı kişileri de yanlarına alarak, 80 kişi civarında, onların yardımına gider. Çatışma başlamıştı ki, EDF’den Bay Korün, “Kana susamış” Mıkırtiç (Mışo), S.T. Karapet, Kirakos, Bay Manuk S. (Şaro) ve diğerleri yardıma yetişir ve 8 saat yiğitçe dövüşürler. Kürtler kaçmaya başladı. Ermeniler arkalarına düşerek sınırlarına kadar, 28 saat uzağa kovaladı. Biz çarpışmadan dö­nerek, Kop (Talvorik’e bağlı) ve Karmav sakinlerini, mallarıyla birlikte alıp Geğaşen ve Semai arasına yerleştirdik. Unutmadan belirteyim ki, bu çatışmada biz Ermenilerden üç kişi kaybettik: Gelaguzanlı Gırko adlı dev yiğit ve Koplu iki kişi. Kültlerden ise 25 ölü ve 30 yaralı vardı.

Kop ve Geğaşen arasında Tabk adlı bir köy vardı. Burada bir kısım Ermeni ve 25 hane Kürt ile kışladaki Muşlu Müdür Talf Efendi ile yanındaki 30’u aşkın zaptiye yaşıyordu. Belirtilen çatışma esnasında Kült­lerin yenildiğini görünce, sessiz sedasız kışlaya girip kapıyı kilitlediler ve korkudan titreyerek ses çıkartamadılar. Ermeniler saldırıp onları imha etmek istedi, fakat görevlerimiz, Türk hükümetine karşı birdenbire isyan etmememiz gerektiğini öne sürerek buna engel oldu. Lâkin boşuna, acı olan, kendisinin /hükümet kastedilmektedir/ tüm aşiretlere ve kendi as­kerlerine, “Ermenileri doğrudan kırın ve Türk topraklarında bir tanesini dahi bırakmayın”, diye acımasızca emir vermiş olmasıydı. Bize ulaşan haberlere göre, Ermenileri katletmeye başlamıştı bile: Karin {Erzurum), Khınus (Hınıs), Bitlis, Tigranakert (Diyarbakır) yerle bir edildi ve kat­ledildi, özellikle de Vanlıların ayaklanmasından sonra. Tabii ki bizim de hür kalmamıza izin vermeyecekti.

Biz de, Ermeni adını Türkiye’nin derinliklerinde tamamen yok etmek istediğini görerek, hiç kimseye ümit bağlamadık. Akraba ve Ermenilikle tutuşan dostlarımızın olduğu doğruydu, fakat ne yazık ki, bizden uzaktaydılar ve yardıma gelemezlerdi.

Biz ve EDF el ele vererek, haça ve dinimize tapmaya izin verme­yen böyle kibirli ve yanlış yola sapmış bir millete başımızı eğeceğimize, umudumuzu gücümüze ve bileğimize bağlayarak, cesaretle ölmeyi yeğ­ledik.

Çatışmalar artık başlamıştı. Ordunun ve aşiretlerin, cuma gününden itibaren pazar günkü Vardavar yortusuna kadar Muş Ovası’ndaki Ermenileri katletmek için saldırdığını, kurtulanların ise Kan Dağ’ın tepelerine kaçmış olduğunu duyduk. Pazartesi günü şafak söktüğünde, toplar gür­lemeye ve tüfekler patlamaya başlamıştı Muş Ermenilerinin üzerinde. Onlar yer yer çarpışıp, 4-5 gün kadar direndikten sonra, yardım isteyen sesleri bize ulaştı. Hemen gruplar oluşturup, Muş’un yukarı tepeleri olan Ğin tepesi, Gurtık ve Zıharat denilen yerlere ulaşana kadar gittik. Ama ne yazık ki, devlet birlikleri yolumuzu kestiği için, onlara yardıma gide­medik ve onlar da takatten kesilerek yenildi. Bir kısmı kılıçla diğerleri ateşle, bazıları ise diri diri suya atılıp boğularak öldürüldü. 15.000 kişilik halktan sadece 200 kişi geceleyin bize doğru kaçıp kurtuldu. Çarpışmalar dört bir tarafta gün be gün devam etmekteydi. Halkımızı Antok, Gebin ve Miçelni dağlarının eteklerinde toplamıştık.

Rus devleti savaştığı sürece Türkler bizi o kadar etkilemiyordu. Ama acı olan, temmuz (50) ayında Rusların ara vermesi veya ricat etmesiydi. Türkler hemen tüm güçlerini üzerimize çevirdi ve biz giderek Antok ve Geben’in tepelerinde toplandık. Komutanlarımız Bay Ruben, Sasunlu Manuk ve diğerleri, halkı teşvik ediyor ve cesaret veriyordu. 5 gün bo­yunca belirtilen tepelerde sürekli dövüşüp takatten düştük ve yenildik. Darmadağın olduk, mallarımızı düşmana bıraktık ve kaçtık. Lâkin Türk­ler dört tarafımızı öyle bir zincire vurmuştu ki, halkın bir kısmını Rusya tarafına geçirip kurtaramadık. Çarpışmanın başlamasından yenilmemize kadar dağlarda toplanan 30.000 kişiden yaklaşık 200 kişi öldürülmüştü, fakat ondan sonra (yenilgiden sonra) her gün yüzlerce ve binlerce öl­dürülüyordu. Böylece sonun geleceğini düşünerek (herkesin katledilece­ği) ve başka bir çare bulamayarak, tekrar gruplar halinde ayrıldık ve 29 Temmuz’a (51) kadar çarpışmaya mecbur olduk. O günlerde, birkaç Ermeni asker kaçağı tutuklamış fakat onları öldürmemişlerdi; bizi ve ormanlar­da, dağlarda ve mevzilerde sığınanları bulmaya yollamışlardı. Türkler onlara, “Sultan Reşat’tan size af geldi. Neden sağda solda kalıp, açlık ve soğuktan kırılıyorsunuz? Gelin ve teslim olun! Sizi serbest bırakma izni var. Size kimsenin bir şey söyleme hakkı yok, güvenin”, dediler. Haberi gönderen, yine yerel müdür Talf Efendi ve birliklerin komutanı Murad Bey [idi].

Biz de düşündük ki, af olmasa dahi, devletin kanunlarına göre teslim olmaya gidip esir olursak, bizi tabii ki serbest bırakacaklar. Bu ümitle eylülden itibaren teslim olmak için hükümete başvurduk.

O /hükümeti kastetmektedir/, sessiz kalıp halkı inandırmak için, sürmüş olduğumuz tarlaların ekinlerini toplamaya ve tahılı ambarlara doldurmaya gönderiyordu, sözde bizim gelecekteki gelirimiz ve gıdamız olarak. Lâkin biz, onların içten pazarlıklı olarak, bize göstermelik bir şekilde güven telakki etmeye çalıştığını düşünüyorduk. Halk, Tabk denilen köyde toplanmıştı, belirtilen müdür, birkaç askerî birlik ve komutanları Murad Bey ile Rıza Bey de oradaydı. 27 Eylül’den itibaren erkekleri ayırdılar ve toplamış olduğumuz tahılı bunların sırtına yükleyip, sadece bu kadarla yetinemezsiniz, oraya götürün, devlet sizi ovada­ki köylere yerleştirir, yardım verir, idare edersiniz, bahanesiyle Muş’a yolladılar. Onları yolladıktan sonra, içlerinde, iki kolundan yaralı Bay Manuk Ş. de olmak üzere güçsüz erkekleri, hastaları, kadın ve çocukla­rı, dört taraflarına muhafız askerler dizerek Muş’a yolladılar. Erkekler oraya varınca, 400’den fazla [kişiyi] devlet Bitlis’e, hükümet işlerinde çalıştırmaya gönderdi. 550 kişi de Muş, Khınus ve Kharberd’e (Harput) yollandı. Diğerleri ise kısmen ateşle, kısmen kılıçla ve kısmen de suya atılarak öldürüldü. Belirtilen şahıs (Manuk Ş.) ve birkaç din adamı, “Ne­rede kurtarıcılarınız? Niye gelmiyorlar?”, denerek ölene kadar, üç gün boyunca çıplak, aç ve susuz dövülerek, iteklenerek ve üzerlerine tükürtülerek sokaklarda gezdirilmiştir. Üç gün sonra öldüler.

Lâkin bu dayanılmaz acı haber bize geldiğinde, bir kısmımız daha Sasun’daydık. Tekrar ormanlarda, kayalıklarda gizlenmek için kaçtık. Unutmadan belirteyim, Galiguzan köyü muhtarı Bay Kirakos’u, teslim olduktan sonra, yanında Ove adında biriyle, bir çavuşun refakatinde Muş’a göndermişlerdi. Muş’un bir saat uzağında ikisini de öldürmüşler ve rahmetli Kirakos’un başını keserek mutasarrıfa, gösterip mevki elde etmek niyetiyle Muş’a götürmüşlerdi, böylelerini ele geçirip öldürdük diye Türk milletinin gurur duyması için.

Belirtilen işçilerden biri hastalandığında hemen öldürüyor veya boğulması için diri diri suya atıyorlardı. Halkın kurtulan diğer kısmı da çalıştığı yerlerden, sağdan soldan, gizlice kaçarak, şurada burada gizlenmek niyetiyle bize ulaştı. O dönemde kaçakların sayısı 2.000’e varmaktaydı. Kış yaklaşmıştı ve yiyecek ile barınacak yer bulamıyorlardı. Bir kısmı dağlı Kürtler arasında, Kürt adı altında yaşamak için ayrıldı. Diğerleri, asıl Sasunlulardan oluşan ve yıllardır Türk hükümeti ve aşiretlerle kav­galı olanlar ise, hiçbir yere gidemedi.

O günlerde yaşamak çok zordu; geceleyin, yanmış tarlalardaki buğ­day tanelerini topluyor ve az az arttırmak için dağılıyor, gündüzleri ise boş geziyorduk.

Yukarıda sözü edilenlerin kimler olduğunu açıklıyorum. Galeguzanlılar, Şenikli, Semaili, Geğaşenliler ve çevresi, Hağbi, Hetink, Talvorik ve çevresi. Yeniden ıssız yerlerde mevzilendik, çünkü Türkler henüz biz­den uzaklaşmamıştı ve hemen hemen haftada iki-üç kere bizi öldürmek için arama yapıyorlardı.

Sonbahar gelmişti. Kasım ayı sonlarında soğuklar başladı. Çıplaktık ve yatacak yatağımız yoktu. Yolları ve birliklerin yerini bilmediğimiz­den dolayı geceleri sağdan soldan topladığımız biraz tahıl, sadece bir ay yetecek kadardı. Aramızda bilgili baladımız (valad 52) olmadığı için Kült­lerden adam bulup, hiç değilse insanların bir kısmını Rusların tarafına geçirmeye çalıştık, fakat maalesef başaramadık. Öğrendik ki, Muş’un Havatorik köylüleri, “Bize Rus’un tarafına geçmek için rehberlik edin, istediğinizi de veririz”, diye komşuları Khıçurlu Kürtlerden Mışko’nun Adi ve Mahmat ile gizlice görüşmüşlerdi. 45 erkek ve bir kadın için 46 Osmanlı altını, bakır kaplar ve birkaç da silah aldıktan sonra Ermenilere güvence vererek onları bir binaya doldururlar. “Burada kalın, karanlık bastığında gelip size rehberlik ederiz”, derler. Fakat bunların çaresiz hal­lerini ve nelere maruz kaldıklarını gören söz konusu Kürtler aşiretlerine gidip, şu kadar adam şu yerdedir, diye haber verir. Silahlanarak gidip Ermenilerin hepsini kuşatır ve öldürürler. İçlerinden sadece bir kadın kurtu­lup Sasun’a geldi ve olanları bize haber verdi. Biz Sasunlular, bizim Ermenilerin içinde balad olmadığı ve Kürt baladlar bulduğumuzda ise bizi de onlar gibi katledeceklerini düşünerek, onlar gibilerinin eline düşüp iz bırakmadan katledileceğimize, vatanımızın taşları ve kayaları arasında açlıktan ve soğuktan ölmeyi tercih ettik.

Günbegün yaşayabilmek için ne yapacaktık? Tüm ümidimizi yitirdik. Kim bize yardım edip yiyecek verecekti? Aralık ayıydı. Gruplar oluşturduk; gece vakti gizlice yakındaki Kürt köylerine gidip koyun, sığır ve toprak altına gömmüş oldukları buğdayı bularak parça parça getirip yaşıyorduk. Aralık ayında etrafımız karla kaplandı; artık hiçbir yere gi­demiyorduk ve yiyeceğimiz tükendi. Ancak üç günde bir yiyebiliyorduk. O da bitti. Kaldığımız yere o kadar kar yağmıştı ki, iz kalıp, Türkler ve Kürtler bulunduğumuz yeri araştırıp üzerimize gelebileceklerinden dola­yı, yiyecek aramak için sağa sola gitmeye cesaret edemiyorduk. İkincisi ise, öylesine dik dağlar vardı ki, eteklerinden geçtiğimizde, hemen üzeri­mize çığ düşüp ölebilirdik. Tanrımız, bir avuç esir ve aç halkına ne ziya­rette bulunabilir diye görene kadar, birbirimize güç vererek, sırf hayatta kalabilmek için elimize ne geçtiyse yedik.

İçinde bulunduğumuz şartlar korkunçtu, özellikle de yiyecek açısın­dan durum dayanılmazdı. Yediklerimiz anlatılmazdır: dağ hayvanlarının eti – kurt, tilki, kedi, tavşan ve kuşlardan – kuzgun ve daha neye rastladıysak. İkincisi, çatışma zamanında kesilen ve atılmış olan koyun ve sığır­ların başı, ayakları ve derilerini gidip üç arşın karı temizleyerek getirip, parçalayıp ısıtarak yedik. Üçüncüsü, gene karı temizleyerek kuru ot ve kökleri getirip beslendik. Lâkin halk arasında öyle bir açlık baş gösterdi ki, bir kısmı açlıktan kırıldı. Öyle bir duruma düşmüştük ki, bazıları öl­müş insanların etini yediler ve bir hafta içinde kendileri de öldü.

Buna rağmen insafsız Türk hükümeti bununla da yetinmeyip yeniden yerimizi gözetleyerek, zaman zaman üzerimize asker yolluyordu, fakat biz, karşı koymak için dağlara ve mevzilerimize dönmeyi başarıyorduk. Kar üzerinde kalmaya dayanamayanlar geri dönüyordu.

20 Ocak 1916’da kar biraz donmuştu ve erimiyordu. İnsanlar açlık­tan kırılırken, çaresizlikten dolayı bazı gençleri birkaç saat uzaklıktaki Kürt köylerinden zorla birkaç koyun getirip, bununla hayatta kalmak için gönderdik. Harabe halindeki Galekuzan köyüne son kez sığındığı­mız zamandı. Bu Kürtler, orada hâlâ sağ Ermeniler var ve koyun çalmak için sürekli saldırıyorlar, diye hükümete haber vermeye gitmişlerdi. O / hükümet kastedilmektedir/, yerimizi tespit edince, hemen 250 asker yol­ladı Khulp’a ve oradaki aşiretlerden de 350’nin üzerinde silahlı adamla birlikte 24 Ocak’ta üzerimize saldırdılar. Tekrar mevzilerimize doğru git­tik. Son ümidimizdi – çarpışmak ve ölmek; hiç kurtulma şansımız yoktu. Çarpışma 24 saat kadar sürdü; kayıp vermedik. Sadece yaptığımız birkaç sığmağı yaktılar ve Muş’a geri döndüler. Sandık ki, elindeki güçle yene­medi, daha fazla silah alıp tekrar üzerimize gelmek için gitti. Lâkin geri dönmediler, çünkü Ruslar Muş vilayetine yaklaştılar ve baskı yaptılar on­lara. Ancak başının çaresine bakıp Şen, Kharberd ve daha başka yerlere kaçtılar. Gerçi biz Rus’un o kadar yakında olduğundan habersizdik. Fa­kat Muş’ta zanaatkâr oldukları için kurtulan birkaç Sasunlu adam, Türkler uzaklaştıktan sonra, 3 Şubat’ta geldiler ve Rus birliklerinin Muş’ta konakladığını haber verdiler.

Biz, halk, açlıktan dermansızdık ve son derece zayıftık, fakat hürri­yetin sesi kulaklarımıza ulaşınca, gücümüzü toplayıp bu bir avuç halkı, dindaş ve Ermeni milleti mensuplarını arayıp görebilmeye eriştirdiğinden dolayı kalktık ve Tanrıya şükrettik. Muş’a varınca Kürt köyü Siok’a saldırdık, epeyi çarpıştıktan sonra 30-40 koyun ele geçirip yerimize, Galeguzan köyüne geri döndük. Ertesi günü ise halkın bir kısmını Muş’a gönderdik ve birkaç silahlı genç alarak Tabk köyüne saldırdık, oradaki Kürtleri kırmaya. Biraz çarpıştıktan sonra, onlar kendilerini kurtarmak için doğu tarafına, Usuf’un evine ve Balago aşiretine kaçtılar. Bizden vu­rulan olmadı, fakat Kültlerden 8 kişi öldü. Burada 10 günden fazla kaldık ve sağdan soldan hayli Ermeni esir kurtardıktan sonra Muş’a yollandık.

Muş’a vardıktan sonra, her şeyi bırakıp kaçmış olan Türklerin evle­rinde bulduğumuz ganimetlerle hayatımızı idame ettirme imkânı bulduk. Henüz Ermeni askerleri ulaşmamıştı. Ricat şüphesi olmasına rağmen biraz rahatladık. Tekrar rahat etmedik ve hem Rus hükümetinden silah alıp, hem de kendimizde bulunanlarla, birliklerle birlikte, Bımaşen’in Kürtlerinden intikam almak için gözetlemeye gittik. Çatışmadan birkaç gün sonra Muş’a döndük. Bunun haricinde, iki kere, Rus’a karşı ayak­lanan Kosor taraflarındaki Kürtlerin üzerine gittik. Gidenler sadece biz Ermenilerdik, 90’ın üzerinde silahlı kişi. Çarpışma başladı. Başlangıçta galibiyet bizim tarafımızdaydı ve onlardan 160’ın üzerinde Kürt kadın ve çocuk öldü. 8 saat çatıştıktan sonra, piyadelerin haricinde Kürtlerden 1.500 kişilik süvari birliği bizim gençlerin üzerine saldırdı. Bizimkiler cesaretle dövüşmelerine rağmen, güç ve sayı açısından az oldukları için, 40 kadar ölü verip geri çekildiler. Öyle bir durumdaydık ki, kayıplar hak­kında hiç düşünmüyorduk. Zaten bin kişiden 10 kişi kurtulmuştuk, ha­yatta kalmanın ne anlamı vardı? Tekrar silahları elimize alıp, Sasun’a, gözleme gittik. Çarpışmanın başlamasıyla Türkler yenildi ve Pasur ta­raflarına kaçtı. Rus orduları arkalarından epeyi darbe vurduktan sonra çarpışma durdu. Bu dönemde gruplarımız Antok, Gaprağana-Khan, Miçelni, Geğaşen ve Şatakh Khoru’ndaydı. 22 Temmuz’da, Şen taraflarında tekrar çarpışma başladı. Sonra Ruslar ricat etti. Biz de, belirtilen ayın 24’ünün gecesi dağlardan Muş’a indik. Saat 8’de göçmenleri Muş’un içinden naklettik ve köylerde yaşayan az sayıda Ermenilere de, Khınus’a doğru göç etmeleri gerektiğini haber verdik. Bu köylerdeki halk, Murat Nehri’ndeki Sulukh Köprüsü’nden geçerek, istirahat etmek için şafakta Kuaryu denilen köye vardı. Rus’a yardım edip, Türk’ü tekrar geri püs­kürterek, onlarla birlikte tekrar Muş’a dönmeyi düşünüyorduk. Lâkin o iş olmadı. Hatta düşman köprüyü de tuttu ve biz Khınus’a göçtük. Buradan başlayarak bize gıda, un, şeker yardımı ulaştı ve her gün seyahat ederek, Aleksandapol’un Şorakâl köylerine ulaşıp yerleştik ve bize verilen aylık­larla yaşamaya başladık.

Ben kendim, Sasun’un Geğaşen köyünden V. Hovhannes Abraham- yan, bu bilgileri kendi elimle yazdım.

Ve ben, N. Ağbalyan, ufak tefek lisan düzeltmeleriyle memnuniyetle kopya ettim.

EMA. fon57, liste 5, dosya 150, yapraklar 1-8 arka yüzü, orijinal el yazısı

Notlar

1 Soğuk mevsimde çalıştırılan sığırın sırtına örtülen kalın kumaş.

2 Kerpeten.

3 Başrahip Vardan Hakobyan, 1846’da doğmuş, 1880’de kutsanmıştır. Uzun yıllar Muş’taki Surb Karapet Manastırı’nın başrahibi olmuş, Episkopos Nerses Kharakhanyan’ın vefatı sonrasında Muş dinî önde­ri görevini üstlenmiş, katliamlar esnasında şehit olmuştur.

4 Kulap – Çobanlar tarafından giyilen keçe üstlük.

‘ 5 Peder Sımbat Pahlavuni, Episkopos Mambre Mamikonyan tarafından kutsanmış, 65 yaşında şehit olmuştur.

6 Peder Hamazasp Mardoyan’dan bahsedilmektedir.

7 Ava – Büyük, iri. Orijinalde, avanın karşılığında parantez içinde gom/ ahır kelimesi yazılmıştır.

8 Köyün din adamı, Peder Mambre Yeranosyan katliamlar esnasında şehit edilmiştir.

9 Köyün din adamlarından Peder Dsağik katliamlar esnasında şehit edilmiştir.

10 Köyün Surb Hakob Kilisesi’nin papazları Peder Karapet ve Peder Ha- kob Ter-Serobyan katliamlar esnasında şehit edilmişlerdir.

11 Köyün din adamlarından Peder Karapet katliamlar esnasında şehit edilmiştir.

12 Köyün din adamı Peder Khaçatur Harutyunyan katliamlar esnasında şehit edilmiştir.

13 Köyün din adamı Peder Barseğ Ter-Barseğyan katliamlar esnasında şehit edilmiştir.

14 Köyün din adamlarından Peder Zaven katliamlar esnasında şehit edil­miştir.

15 Köyün Surb Karasun Mankants Kilisesi’nin din adamlarından Peder Daniel ve Peder Sargis katliamlar esnasında şehit edilmiştir.

16 Köyün din adamı Peder Khaçatur katliamlar esnasında şehit edilmiştir.

17 Köyün din adamı Peder Vağinak katliamlar esnasında şehit edilmiştir.

18 Köyün din adamı Peder Movses Ğazaryan katliamlar esnasında şehit edilmiştir.

19 Köyün din adamlarından Peder Hrayr Sukyasyan katliamlar esnasın­da şehit edilmiştir.

20 Köyün Surb Astvadsadsin Kilisesi’nin din adamları Peder Nerses As- tvadsaturyan ve Peder Hovhannes Ter-Hovhannisyan katliamlar esna­sında şehit edilmişlerdir.

21 Köyün din adamı Peder Khaçatur Ter-Margaryan katliamlar esnasın­da şehit edilmiştir.

22 Köyün din adamı Peder Sargis Ayvazyan katliamlar esnasında şehit edilmiştir.                   ‘

23 Köyün din adamlarından Peder Daniel ve Peder Mikayel katliamlar esnasında şehit edilmişlerdir.

24 Köyün din adamı Peder Mesrovb katliamlar esnasında şehit edilmiş­tir.

25 Köyün din adamlarından 65 yaşındaki Peder Khaçatur ve 50 yaşında­ki Peder Kristapor katliamlar esnasında şehit edilmişlerdir.

26 Manastır üyelerinden Rahip Khaçatur katliamlar esnasında şehit edil­miştir.

27 Köyün din adamı Peder Nerses katliamlar esnasında şehit edilmiş­tir.

28 Salyane – Gerçekte yıllık bir vergi olup, 1872 yılında emlak vergisine dönüştürülmüştür.

29 Tsıronk’un din adamlarından Peder Muşeğ Mikaelyan katliamlar esnasında şehit edilmiştir.

30 Köyün din adamı 65 yaşındaki Peder Serovbe katliamlar esnasında şehit edilmiştir.

31 Köyün din adamı Peder Avetis Ter-Mikaelyan katliamlar esnasında şehit edilmiştir.

32 Köyün din adamlarından Peder Koryun Margaryan ve Peder Husik katliamlar esnasında şehit edilmişlerdir.

33 Köyün din adamı Peder Margar Danielyan katliamlar esnasında şehit edilmiştir.

34 Khılan – Soygun.

35 Kaza hakkında belirtilmektedir.

36 Aşiretin liderini ima etmektedir.

37 Jajik – Ayranın pişirilip süzülmesinden elde edilen peynir benzeri madde, çökelek.

38 Mardak – 1. Yapıların çatılarının üzerinde uzunlamasına atılmış kalas. 2. Yapıların çatılarındaki uzun kalasların enine dizili kısa, daha ince tahtalar. Bunların üzerine kamış, talaş vs. serilip, üzerleri toprak­la örtülmekteydi.

39 Ğoçağ – Cesur.

40 Zınar – Büyük taş parçası, kaya.

41 Ruben Ter-Minasyan’dan bahsetmektedir.

42 Khışti – Yatmaya uygun olmayan yer.

43 Köyün din adamı Peder Poğos katliamlar esnasında şehit edilmiştir.

44 Köyün din adamlarından Peder Bağtasar ve Peder Hovhannes Sino- yan katliamlar esnasında şehit edilmiştir.

45 Köyün din adamı 65 yaşındaki Peder Tonapet katliamlar esnasında şehit edilmiştir.

46 Manastırın papazı Peder Harutyun Ter-Petrosyan katliamlar esnasın­da şehit edilmiştir.

47 Metinde bu şekilde geçmektedir, fakat gerçekte toplamı 70 hane tutmaktadır.

48 Seferberlik ima edilmektedir.

49 Bkz. son not 3.

50 Düzeltilmiştir; orijinalde ağustos.

51 Düzeltilmiştir; orijinalde ağustos.

52 Valad – Yeri, bölgeyi bilen rehber.

Kaynak:
Ermenistan Ulusal Arşivi
Kedername
Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeni Soykırımı
1915
Hayatta Kalanların Tanıklıklarına Dair Belge Koleksiyonu
Belge Yayınları 2014
Çeviren: Diran Lokmagözyan