HDP’nin içinde bulunduğu koşullar açıktır. HDP’nin parlamenter mücadeleyle Kürt sorununa çözüm arayışı da, bu mücadele içerisinde kimi zaman bazı hassasiyetlere karşı temkinli yaklaşımları da anlaşılırdır.
Kürt kanına susamış haramilerin; ırkçı faşist çeteleri aracılığıyla linçler yaptığı, Kürtlere ait ev, işyeri, dükkan ne varsa yakılıp yıkıldığına tanığız. Ve 100 yıldır yaşanan katliamların, soykırımların müsebbibi devletin bugün tüm bunları bir avuç faşist aracılığıyla yaptığını söylemek ise yeterli değildir. Evet soykırımlar, katliamlar bir avuç ırkçı faşist çetenin öncülüğünde ama sadece bu bir avuç insanla gerçekleştirilmemiştir.
Bu çeteler kendilerine verilen rolleri gerçekleştirirken, ‘‘vurun…‘‘ dediklerinde onlarla birlikte vuran, ‘‘yakın…‘‘ dediklerinde onlarla birlikte yakan, ‘‘öldürün…‘‘ dediklerinde onlarla birlikte öldürenlerin arasında ne acıdır ki, her ulustan işçi, köylü, emekçi de vardır. Kuşkusuz bu her ulustan işçi, köylü, emekçi yaptıklarını Türklük ve Müslümanlık adına yaptıklarını savunmuştur.
Ya bu tür saldırılar olurken oraya toplanıp alkış tutanlar, Türk bayrakları sallayan, ‘‘Allahu Ekber‘‘ nidaları atanlar?
Peki ya alkış tutmayan ama olan biteni izleyenler?
Ya olan bitene alkış tutmayan, Türk bayrakları da sallamayan, ‘‘Allahu Ekber‘‘ nidaları atmayan, olan biteni de izlemeyip, oradan uzaklaşanlar?
Bu tablonun sorumlusu, yüzyıldır bu topraklarda kanla, alınteri sömürüsüyle beslenen Türkiye Cumhuriyeti Devleti’dir; bu devletin sahipleridir. Yalanlarla kandırdıkları, vatan-millet söylemleriyle büyüttükleri ırkçılıkla ve dini duygularını sömürdükleri kitleler bir yandan da ekonomik olarak düzenin kölesi durumundadır. İşte Kürt ulusunun özgürlük mücadelesinin karşısına kimi zaman sokak linçlerinde kimi zaman silah elde Türk ordusu saflarında dikilenler bu insanlardır.
Onları bu bataklıktan kurtaracak olan elbetteki aydın, ilerici, devrimci fikirler ve bunun için yürütülecek mücadeledir. Ve en önemlisi de resmi tarihin yalanlarının teşhirinin bu mücadelenin en önemli parçası olduğu açıkken, Kürt ulusuna önderlik eden siyasi temsilcilerin son dönemde aksi bir tutum içinde olduğuna tanığız. Abdullah Öcalan ile başlayan, Bese Hozat ile, Mustafa Karasu, Cemil Bayık ile devam eden TC devletinin kuruluşuna ilişkin övgü dolu sözler, ilk meclise yüklenen ‘devrimci‘ misyonlar, gelen eleştiriler karşısında ‘‘yanlış anlaşıldı; öyle denmek istenmedi‘‘ şeklinde yanıtlanmıştı. Şimdi ise önce Selahattin Demirtaş, ardından Figen Yüksekdağ’ın sarfettiği sözler, adeta resmi tarihin yalanlarına Kürtler cephesinden desteği ifade ediyor.
‘‘Kürtler, binlerce yıldır bu toprakların gerçeğidir. 1071’de Alparslan Malazgirt’e gelmeden önce de Kürtler burada vardı. O zamanlar da Kürt beyliklerinden destek alınarak Anadolu’nun kapıları açıldı. Kürtlerle ittifak yaparak bunu başardılar. Şimdi Türk halkı bu ittifakı, işbirliğini unutarak nasıl kardeşliği sağlayacak? 1920’lerde Kurtuluş Savaşı’nda, Çanakkale’de, Antep’te, Adana’da kim beraber savaştı? Kim göğsünü düşmana karşı beraber siper etti? Kürtler de Türkler de vardı. Madem vatanı ortak vatan yaptık. Madem beraber mücadele ettik, madem bu vatanın her karış toprağında bizler kanımızı ortak döktük, o halde eşit yaşamanın kime nasıl bir zararı olabilir.” diyor Selahattin Demirtaş.
KURTULUŞ SAVAŞI KOCAMAN BİR YALANDIR SAYIN SELAHATTİN DEMİRTAŞ
Mustafa Kemal ve arkadaşları, Karadeniz’de yerel çetelerle birlikte, 200 bin kişinin canına, 1 milyon 250 bin Rum’un mübadele ile sürgün edilmesine yol açacak Pontos Rum soykırımını gerçekleştirdiler sayın Selahattin Demirtas. Sözlerinizde bahsettiğiniz ‘‘…1920’lerde Kurtuluş Savaşı’nda ‘‘ bugün Kürt ulusunun da yaşadıklarını yaşıyordu Pontoslu Rumlar. Ortak vatan yaptık diye övündüğünüz bizim kanlarımız dökülerek, canlarımız alınarak kurulan ‘vatan’dır. Siz nasıl böyle bir şey için övünebilirsiniz?
Pontos Rum Soykırımı 1894’de başlayıp, 1915’den sonra 1,5 milyon Ermeniyi ve 250 bin Süryaniyi, 150 bin Pontos Rum’unu da kapsayan, 1919’dan 1923’e kadar 200 bin Rumla birlikte 353 bin Pontoslu Rum’un ve 800 bin Kücük Asya Rumunun katline sebep olan Hristiyan Soykırımı’nın son evresidir.
Bu tarihle övünecek en son kişi siz olmalıydınız sayın Demirtaş.
Figen Yüsekdağ ise; ‘‘O bayrağın alında kızılında Kürdün, Türkün, Lazın, Çerkezin kanı var. O bayrağın kızılı oradan gelmiş. Kızılını gölgesini Türkçülüklerine faşizmlerine alet etmeye kalkmasınlar. Biz buna itiraz ediyoruz, ederiz. O bayrakta Kürdün kanı var Türkün olduğu kadar. Arabın Lazın Pomağın Gürcünün, Türkiye’nin bugünkü birliğini oluşturan bütün halkların kanı var. Bu halkların kanının oluşturduğu bayrağı bir ulus adına başka bir ulusa karşı kimse kullanamaz.‘‘ diyor.
O BAYRAĞIN NE ALINDA NE DE KIZILINDA BİZİM KANIMIZ VAR SAYIN FİGEN YÜKSEKDAĞ
O bayrağın gölgesinde Türklük adına, Müslümanlık adına, Cumhuriyet adına soykırıma uğratılan, katlediLen, zulm gören ulusların o bayrağın kızılında da alında da kanı yoktur. Bu argüman ırkçı faşist kafaların 100 yıldır mazlumlara dayattığı bir argümandır. Bahsettiğiniz Kürdün, Lazın, Çerkes’in kanı da Türklük adına dökülmüştür.
Ne çabuk unuttunuz o bayrak altında 1970den bu yana işkence gören, hapishanelerde zulmedilen, katledilen sosyalistleri. Sözde ırkçılığa karşı olmak adına hem resmi ideolojinin hem de zalimliğin sembolü haline gelmiş bir bayrağa sahip çıkan en son kişi siz olmalıydınız sayın Yüksekdağ.
Kaynak: devrimcikaradeniz.com