Bizim meşhur dinî değerleri aşağılama davasında gene duruşma vardı, Ekim 2012’den bu yana kaçıncı duruşmadır hatırlamıyorum. Hakim koltuğundaki bayan “sen şöyle, sen böyle” diye konuşmaya başladı. “Siz” diye hitap etmesi için uyardık. Kulak asmadı. Sıkıldım, “bu hitap biçimine cevap vermeyi uygun görmüyorum” dedim, savunma filan yapmadım.
Oysa güzel bir metin hazırlamıştım. Okusaydım bayanın tepkisi ne olurdu merak etmedim değil.
Önemli bir karar vereceksiniz. Bu ülkenin geleceğine dair bir karar vereceksiniz.
Bu ülke, din kisvesi altında terör estiren çapulculara mı teslim olacak, yoksa özgür ve medeni bir ülke olmaya mı çalışacak? Davamızın konusu bu.
İnsanlığın çocukluk çağından kalma birtakım hurafelere mecburen boyun mu eğeceğiz, yoksa insana, dünyaya, ülkeye ve inanca dair her şeyi, aklımızın ve vicdanımızın rehberliğinde korkusuzca konuşabilecek miyiz? Bu sorunun cevabını talep ediyor savcılık makamı sizden.
Umarım vicdanınızın gösterdiği yolda doğru cevabı vermeyi başarırsınız. Umarım, yarın öbür gün bu toplum, vicdanını korkuya ve zorbalığa teslim eden talihsizler kervanında sizin adınıza da yer vermez.
Davanın hukuki yönü hakkında söz söylemeye gerek yok. Hukukla alakası olmayan bir davadır. Siyasete ve dünya görüşüne ilişkin bir davadır. Mesele hukuk olsa, elbette siz de biliyorsunuz ki TCK 216. madde, dinî değerleri aşağılama suçunu, kamu güvenliğini tehlikeye düşürme şartına bağlar. Oysa bu davada kamu güvenliğine ilişkin ne bir iddia dile getirilmiş, ne bir delil ikame edilmiştir.
Elbette siz de biliyorsunuz ki getirilen iddia, TC hukuku açısından anayasa hükmü statüsünde olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin, inanç özgürlüğünü koruyan 9. maddesiyle alay eder niteliktedir. AİHM içtihatlarına göre bu özgürlüğün neleri kapsadığını, hangi istisnaları tanıdığını, daha önce bir ifademde ayrıntılı olarak belirtmiştim. Sizi o ayrıntılarla yormayacağım.
Davanın özü yeterince nettir.
Zorbalara boyun mu eğeceğiz, yoksa vicdanın ve hakkın sesini mi dinleyeceğiz?
Karar sizin.