Hrant Dink, 2000’li yılların başlarında Türkiye’deki siyasi değişim ve AB entegrasyon sürecinden ümitli olduğu dönemde, yabancı parlamentolarda Ermeni Soykırım yasa tasarıları geçtiği zaman, bu meselenin çözülmesi gereken doğru yerin soykırımın yaşandığı topraklar ve TBMM olduğunu söylerdi.
Dink Türkiye’nin değişip kendi sorununu kendi çözecek duruma gelebileceği konusunda ümitliydi.
Bugün geldiğimiz nokta o yıllardan çok farklı. ABD Temsilciler Meclisi’nin 1915 tehcirini soykırım olarak adlandıran kararından sonra, Türkiye hissettirmese de durumdan oldukça rahatsız ama eskisi gibi esip gürlemiyor, “Tarihi tarihçilere bırakmak doğrudur” deyip kenara çekilir gibi yapıyor ama aslında işin “müsamere” kısmını fasona yaptırıyor.
Son örnek, İstanbul Milliyetçi Avukatlar adı verilen grubun aylık bülteninde, 1915 Ermeni Soykırımı’nı “baştacı” olarak nitelendiren ve Ermenileri hedef almaktan ziyade tehcirle tehdit eden bir yazı yayınlandı.
“1915 Ermeni tehcirinin dün olduğu gibi bugün de arkasındayız” başlıklı bildiride bugün hala soykırım diyenlere tehcirin “en hafif tedbir” olarak uygulanacağı ifadeleri yer alıyor.
Avukat milliyetçi olabilir mi? Herhangi bir avukatlar birliği bir grup insanı “en hafifi tehcir” ile tehdit edebilir mi? Avukat “Hak ve yasa işlerinde isteyenlere yol göstermeyi, mahkemelerde, devlet dairelerinde başkalarının hakkını aramayı, korumayı meslek edinen ve bunun için yasanın gerektirdiği şartları taşıyan kimse” değil midir? Avukat rejimin Gestapo’su mudur?
Türkiye’nin gerçekleri düşünülürse, tüm bu sorulara evet cevabını verebiliriz.
Bu, Milliyetçi Avukatlar Grubu’nun ilk vukuatı değil. 2016 Ekim’de, İzmir Barosu’nun 2016-2018 Olağan Genel Kurulu’nda kürsüye çıkan avukatların öldürülen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’yi anmalarının ardından kürsüye gelen Milliyetçi Avukatlar’dan Yusuf Özmen “Haddinizi bilin burası avukatların kürsüsüdür. Siz kim oluyorsunuz da Tahir Elçi’yi bu kürsüden anıyorsunuz. Tahir Elçi kim avukat mı? Burası bölücülerin yuvası, sözünü söyleyebileceği bir yer değil. Bölücülük yapmak isteyenler Diyarbakır’a gitsinler. Tahir Elçi, görev şehidi ve meslektaşımız değildir” demişti.
Ekim 2018’de ise Ankara Barosu’nun 65. Olağan Genel Kurulu’nda aynı “Milliyetçi Avukatlar” bozkurt işaretiyle poz verip bellerindeki silahı da göstermekten çekinmemişlerdi. Aynı kurulda Özgürlükçü Çağdaş Avukatlar (ÖÇAV) grubuna bir saldırı da gerçekleştirmişlerdi. ÖÇAV’lı avukatların Deniz Gezmiş, Yusuf Arslan ve Hüseyin İnan’a “terörist” denmesini protesto ederek, “Onlar emperyalizme karşı 6’ncı filoyu denize döktüler. Yaşasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği” dediği sırada milliyetçi avukatlar grubu tarafından bozkurt işareti ve “Ne mutlu Türküm” sloganları eşliğinde saldırmışlar “Kahrolsun PKK” sloganlarıyla polisin yanı başında avukatları darp etmişlerdi.
Milliyetçi avukatlar hakkında fikir sahibi oldunuz ise devam edebilir, milliyetçi avukat Mustafa Çalık’ın “Tehcir Bildirisi” dediği altı maddelik açıklamayı şuraya ekleyip, biraz üzerine konuşabiliriz.
1) “Ermeni katliamlarında hayatını kaybeden isimli isimsiz bütün şehidlere Allah’tan rahmet ve Cennet-i Alâ’da ebedi saadetler diliyoruz.” (1915 konusunda gittikçe geriye gidiliyor eskiden yalandan bile olsa, 1915’de ölen Ermeniler için taziyede bulunulurdu, artık açılış tam tersi istikamette yapılıyor.)
2) “Tehcir’i ilk akıl eden Şehid-i Alâ ve Gaazî-i Namdar Enver Paşa ve icra eden büyük şehid Talat Paşa başta ve Bahaddin Şakir olmak üzere diğer bütün İttihatçıların aziz hatıraları önünde ta’zimle eğiliyor, mübarek ellerinden öpüyoruz.” (İnternet sitelerinde, bültenlerinde Recep Tayyip Erdoğan’ın yanında bol bol Mustafa Kemal öven milliyetçi avukatlar, Gazi Paşa’nın bu elleri öpülesi olduğu iddia edilen paşaların yargılanmasını istediğini ve yargıladığını bilmiyorlar.)
3) “İttihat ve Terakki’nin şayet bu bir “suç” ise yegâne “suç”u Balkanlarda başımıza gelen felaketin, Doğu Anadolu’da da başımıza gelmesine engel olmaktan ibarettir.” (Bunun bir suç olduğu Şubat 1919’da başlayan İttihatçıların savaş sırasında ülkeyi kötü yönetmek ve savaş suçlarından dolayı yargılanma davası ile kabul edildi. Bu suçlar içinde savaş sırasında Ermenilerin tehcirini planlama ve uygulama suçları da vardı.)
4) “Ecdadımız Cihan Harbi gayyâsında sadece mukaddesâtını, yurdunu, namusunu ve şerefini savunuyordu. Sarıkamış’tan Çanakkale’ye Ermeni Tehciri’nden İstiklâl Savaşı’na kadar verdikleri bütün mücadelede bizim şerefimiz ve başımızın tacıdır; bu tacı ebediyyen iftiharla taşıyacağız!” (Soykırım insanlık suçudur, tekrarlanmaması için kabul ve yüzleşme gerekir. Türkiye, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 9 Aralık 1948 tarihli Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Hakkında Sözleşmesini 31 Temmuz 1951’de kabul etmiştir.)
5) “Tehcire “soykırım” diyen her kim olursa olsun bunu doğrudan doğruya husumet ve açık bir “savaş ilanı” kabul edeceğimizi iyi bilmelidir.” (Ermeni Soykırımı’nı birçok uluslararası organizasyon, ve içlerinde ABD, Almanya, Rusya’nın da olduğu 29 ülke ve birçok eyalet tanıyor. Dünyanın hatırı sayılır bir kısmına savaş ilan etmek kolay olmasa gerek. Kabul ve kınama hakkındaki Türkçe bilgi ve belgelere Ani Enstitüsü’nün internet sitesinden ulaşılabilir.
6) “Vatanımızı ve milli varlığımızı müdafaa etmek için başka bir yol kalmadığına inanırsak karşımızdaki unsur her kim olursa olsun, başvuracağımız en hafif tebdir de yine “tehcir” olacaktır!” (Tebdir derken tedbir demek isteyen her milliyetçi gibi Türkçe yazmakta zorlanan “milliyetçi avukatlar” tehcir etmeye kalkıştıklarına göre “karşılarındaki unsurlardan” kendi vatandaşı olanları kastediyorlar. Dahası en hafif tedbir tehcirse daha ağırı ne diye geçiriyor insan içinden.)
Düşman saydıkları Türkiyeli Ermenilerin artık pek sesi soluğu çıkmadığına göre, fırsattan istifade “milliyetçi avukatlar” büyük ihtimalle Kürtleri kastediyorlar.
Diyarbakır Barosu’nun önceki başkanı ve yönetim kurulu üyelerine, 24 Nisan 2018’de yayımladıkları bildiri nedeniyle Adalet Bakanlığı soruşturmaya izni vermesi ve ardından Batman Ağır Ceza Mahkemesi’nin, baronun önceki dönem başkanı ve yönetim kurulu üyeleri hakkında, “Halkı kin ve düşmanlığa alenen tahrik etmek, TBMM’yi aşağılamak suçundan” dava açılmasına karar vermesi yukarıdaki açıklamalar ile aynı günlere denk geliyor…
Tarihi tarihçilere bırakmayan devlet milliyetçi avukatlara sığınıyor, onlardan medet umuyor. Avukatlar inkarcılık, savaş çığırtkanlığı ve geçmişin suçları ile övünmekle meşgulken, bugün adalet, hak hukuk kimin elinde, kimin emrinde diye düşünüyor insanlar.. İşte en can acıtan konu da bu zaten…
Kaynak: ahvalnews.com