Yoğun, zor, can sıkıcı bir hafta oldu yine. Kavala’ya “Soros artığı”, Demirtaş’a “terörist” diyen Partili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 10 büyükelçiyi de tehdit etti. Doların durdurulmayan yükselişi, agresif faiz indirimi, bütçe görüşmeleri, Suriye ve Irak tezkerleri için yakılan yeşil ışık da cabası…
Soros artığı şüphesiz “Kılıç artığı” kelimesinden türetildi. Antisemitik vurgusunun yanı sıra, kılıç kullanımı ile barışık, kılıçtan “artanları” şeytanlaştırmayı onaylayan bir ifade. Kısaca 100 yıllık suçlar ve bu suçlar ile baş etme yöntemi olan gururlanmanın ne zihindeki ne dildeki etkileri azalmıyor. Aksine, kriz anında nüksediyor.
“Bunlar zaten terörün beslendiği odaklar. Selahattin Demirtaş da öyle. Daha devam eden davaları var. Fakat Kavala’nın özelliği daha farklı. Uluslararası camia içerisinde Soros ne ise, Kavala o!”
Peki Soros tam olarak ne? Sorosçuluk ne? Sorosçuluk nasıl bir suç? Soros uluslarası camia içerisinde suçlu bunu neden sadece biz ve bizim gibi ülkeler “biliyor”?
Bunu soran yok, en “cesaretliler” – “Asıl Sorosçu Erdoğan!” diyorlar.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Kavala ile ilgili “Soros artığı” ifadesini kullanan Erdoğan’a “Siz Soros’la hangi gerekçeyle fotoğraf çektirdiniz ve aynı masaya oturdunuz? En büyük Sorosçu Erdoğan’dır. Soros’la masaya oturdu. Onunla kim bilir ne pazarlıklar yaptı?” diye yanıt verdi.
Yani Erdoğan ile aynı şeyi diyor Kılıçdaroğlu, Soros ile masaya oturmak başlı başına bir suç. Ama
suçun ne olduğunu soran yok; tenis müsabakası gibi, gelen topu çevirmek üzerine kurulu bir “muhalif” anlayış.
Erdoğan “Bu Soros artığını savunanlar, bunu nasıl bıraktırırız gayreti içindeler. Söyledim Dışişleri Bakanımıza, bizim bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz olamaz. Türkiye’ye böyle bir ders vermek haddinize mi sizin? Kimsiniz siz? Neymiş? Kavala’yı bırakın… Konuştuğu zaman sana verecekleri cevap şudur, “yargı bağımsızdır.” Sizde yargı bağımsız da bizdeki yargı bağımlı mı? Bizdeki yargı, bağımsızlığın en güzel örneklerini veriyor.” dedi.
Dünyadaki hatta Türkiye’deki gerçeklerden, imzalanan uluslararası anlaşmalardan, evrensel değerlerden ve tüm gerçeklerden tamamen kopmuş bir cumhurbaşkanı teselliyi “İHA/SİHA satmak, pazarlamakta” arıyor. Sadece bölgeye savaş ve huzursuzluk pompalamıyor, silah satışı ile de ilgileniyor.
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararının uygulanması ve eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın serbest bırakılması için Türkiye’ye verdiği süre 30 Eylül itibariyle doldu.
Osman Kavala ve eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın 30 Kasım’a kadar serbest bırakılmaması halinde, Avrupa Konseyi, AİHM kararı uyarınca Türkiye hakkında yasal ihlal süreci başlatacağı işaretlerini veriyor. 10 Büyükelçinin çağrısı bu uyarıların kâğıda dökülmüş hali.
Erdoğan ve muhalefet farkında olmasa da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir çok uluslararası anlaşmada imzası var – AİHM kararlarının, bağlayıcılığı konusunda imza atmasına rağmen Türkiye imzasına aykırı davranıyor, kendi imzaladığı metinleri ihlal etmesi anlamına geliyor.
Batı bu ihlale karşı denetim mekanizmalarını düşük düzeyde tutuyor, Erdoğan’ın elindeki “mülteciler” çerçevesindeki pazarlıklar Avrupa’yı yavaşlatıyor, ama buna güvenip tamamen hukuksuzluk hukuku ile gururlanmak Erdoğan’ın büyük hatalarından biri.
Burada tek eleştiriyi Erdoğan rejimi değil, bugüne kadar “Türkiye’ye karşı pazarlık politikaları” izleyip diğer yandan hukuk vurgusu yapan AB de hak ediyor.
Ülkeler arasındaki çıkarlar ve pazarlıklar üzerinden şekillen ilişkiler, konu insan hakları ihlaline geldiğinde düğümleniyor.
Erdoğan kafa tutarak, bu düğümü çözmeye çalışıyor. “10 tane büyükelçi bu açıklamayı niye yapar? Bu Soros artığını savunanlar, bunu nasıl bıraktırırız gayreti içindeler. Söyledim Dışişleri Bakanımıza, bizim bunları ülkemizde ağırlamak gibi bir lüksümüz olamaz.” diyerek büyükelçileri göndermekle tehdit ediyor. Yapmayacak olsa da, ortalığı bulandırıyor.
Bakanlığa çağrılan büyükelçiler Türkiye’de hukukun üstünlüğü ilkesinin ihlâl edildiğine ve Kavala’nın tutukluluğunun hukuk dışı olduğuna ilişkin görüşlerinden geri adım atmayacaklarını söylüyorlar. “Biz görevimizi yapıyoruz, yapmayı da sürdüreceğiz. Kavala serbest bırakılmazsa Türkiye’nin ağır yaptırımlarla karşılaşması kaçınılmaz” diyorlar.
Türkiye, AİHM’e en fazla hak ihlali başvurusu yapılan ülkeler arasında Rusya’nın ardından ikinci sırada geliyor. AİHM’de karara bağlanmayı bekleyen 68 bin 450 davanın yüzde 21.4’ünü yani 14 bin 900’ünü Türkiye’den gelen hak ihlali başvuruları oluşturuyor. Rusya, 15 bin 300 dosyayla AİHM’de en fazla davası olan ülke oldu.15 Temmuz sonrası bu başvurularda büyük bir artış gözüküyor.
Diğer yandan, Türkiye 2019’da olduğu gibi 2020’de ifade ve düşünce özgürlüğünün en çok ihlal eden Avrupa ülkesi olmayı “başardı”.
Osman Kavala beyefendiliğini, sakin mizacını koruyarak bir açıklama yayınladı:
“Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın benimle ilgili kullanmış olduğu “Soros artığı” gibi ifadeler son derece esef vericidir ve Cumhurbaşkanlığı makamının ciddiyetine uygun düşmemiştir.”
“Bana yöneltilen suçlamalar herhangi bir delile dayanmıyor olmasına rağmen dört yıldır tutukluyum. Cumhurbaşkanı’nın hüküm giymemiş ve yargılaması devam etmekte olan bir kişiye yönelik aşağılayıcı ve lekeleyici ifadeleri, insan haysiyetine saldırı niteliğindedir. Bunlar suçlu olduğum algısı yaratan ve yargıyı doğrudan etkileyen mesajlardır.”
“Bu şartlar altında adil bir yargılama yapılmasına imkân kalmadığından, bundan sonra duruşmalara katılmamın ve savunma yapmamın anlamsız olacağına inanıyorum. Hukuk devletini savunan bir yurttaş olarak, yargının maruz kaldığı bu durumu meşrulaştırıcı bir edimde bulunmanın doğru olmadığını düşünüyorum.” dedi.
Türkiye’de artık adil bir yargılama yapılması mümkün değil. Bu cümleyi birkaç kez tekrar edince, ne kadar korkunç bir yere gelindiğini daha iyi anlıyor insan.
Kaynak: kronos34.news